Bakara Suresinde Sihrin Küfür Sayılması Hakkında Ayetlerin Tefsiri ve Yorumu
Kur’an-ı Kerim’in Bakara Suresi 99-103. ayetlerinde, sihrin küfür sayılması, Hz. Süleyman’a atılan sihir iftirasına verilen cevap, sihir öğreten iki melek ve diğer önemli uyarılar ele alınıyor. maktadır. Şimdi bu ayetlerin mealine, tefsirine ve farklı tefsirlerdeki yorumlarına göz atalım.
Bakara suresi 99-103. ayetlerin meali, tefsiri ve yorumu
Aşağıda Bakara suresi 99-103. ayetlerin Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde yer alan meali ve Elmalılı tefsiri ile birlikte İsmail Hakki Bursevi, Kadı Beydavi, Mukatil bin Süleyman ve Muhammed Esed tefsirlerinden yer alan yorumlar yer alıyor.
İlk önce ayetlerin mealine bakalım.
Bakara suresi 99-103. ayetlerin meal-i şerifi
99- Şanım hakkı için sana çok açık ayetler, parlak mucizeler indirdik. Öyle ki, iman sahasından uzaklaşmış fasıklardan başkası onları inkâr etmez.
100- O fasıklardan bir kısmı hem bu ayetleri tanımayacaklar, hem de ne zaman bir ahd ile antlaşma yapsalar, her defasında mutlaka içlerinden bir güruh çıkıp o antlaşmayı bozacak ve atıverecek, öyle mi? Hatta az bir güruh değil, onların çoğu ahit tanımaz imansızlardır.
101- Üstelik, Allah tarafından onlara, ellerindeki kitabı tasdik edici bir peygamber gelince, daha önce kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı, Allah'ın kitabını sırtlarından geriye attılar, sanki hiçbir şey bilmiyorlarmış gibi yaptılar.
102- Tuttular da Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeylerin ardına düştüler. Halbuki Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, lakin o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlardı ve Babil’de Harut ve Marut adlı iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi, "Biz ancak ve ancak sizi denemek için gönderildik, sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!" demeden kimseye bir şey öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onun ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Hakkıyla bilselerdi, uğruna canlarını sattıkları şey ne çirkin bir şeydi!
103- Şayet onlar iman edip de korunmuş olsalardı, elbette Allah tarafından verilecek mükafat çok hayırlı olacaktı. Keşke bunu bilselerdi. (Yazır, s. 362-363)
Önceki ayetler: Yahudilerin Cebrail’e düşmanlığı: Bakara suresi 97-98. ayetlerin yorum ve tefsiri
Çok açık ayetler, parlak mucizeler
Ey Resulüm! Şanım hakkı için, emin ol ki, Biz sana gayet açık ve seçik, ilahi maksadı eğrisiz büğrüsüz, şeksiz şüphesiz gösteren ayetler, mucizeler indirdik. Bu Kur'an'ın, bilhassa tebliğden maksadın ne olduğunu gösteren ve hakka davet eden muhkem ayetleri o kadar açık ve o kadar seçiktir ki, zerre kadar akıl, idrak ve insafı olan buna iman etmekte tereddüt etmez. Ancak dinden ve doğruluk yolundan çıkmış, ahdini bozmaya ve hep kötü yolda gitmeye alışmış, inancı bozuk fasıklardan başka hiç kimse bunları inkâr etmez. Bunu inkâra kalkanlar, surenin baş tarafında beyan olunan hep o hüsran ehli olan fasıklardır. İşte bunlardan biri olan Malik b. Sayf, "Vallahi, Muhammed'e iman etmemiz için bizim kitabımızda bir ahd ve misak alınmamıştır." diye inkâr etmişti. Bunun hakkında şu ayet nazil olmuştur:
"Onlar, içlerinden o fasıklar, bir fırka her ne zaman bir ahdi bozup bir ahde atacak olsalar, sadece bir fırka değil, hatta bunların çoğunluğu imansızdırlar. Tevrat'a da iman etmezler, hiç dinleri yoktur. Bunun için antlaşmalarını bozmayı günah saymazlar. Vaktiyle Tevrat'a ve kendi peygamberlerine karşı kaç defa ahitlerini bozdukları gibi, şimdi de sana ve Kur'an'a karşı öyle yapıyorlar. Daha düne kadar, 'işte geldi, geliyor,' diye seninle iftihar ederlerken, bugün ondan vazgeçip sana vahyi getiren Cibril'e bile dil uzatmaktadırlar. Allah tarafından bunlara, beraberlerindeki kitabı tasdik eden ve doğrulayan, yolunu gözleyip durdukları bir peygamber, bir ahir zaman nebisi gelince, kitap ehli olanlardan bir fırka, Allah'ın kitabını sanki bilmiyorlarmış gibi büsbütün arkalarına attılar. Ve Süleyman'ın mülkü, yani Süleyman Peygamber'in hükümet ve devleti aleyhine şeytanların takip ettiği şeytanlıklara ve şeytanların okuya geldikleri efsun ve efsanelere uydular ve onun arkasına düştüler." (Yazır, s.363-364)
Yahudilerin Hz. Süleyman hakkında uydurduğu yalan ve Kur’an’da bu yalana cevap verilen ayet
"Onlar, Süleyman'ın mülkü hakkında şeytanların uydurdukları sözlere uydular." Yahudiler, Allah'ın kitabını arkalarına attılar ve şeytanların okuyup amel ettiği sihirbazların kitaplarına uydular. Bu şeytanlar da cinlerden oluşan azılı sapıklardır. Bunlar, Hz. Süleyman döneminde, mülkü hakkındaki şeyleri uydurup söylerler ve buna uyarlardı.
Şeddi şöyle anlatıyor: "Şeytanlar göğe çıkıyor, orada meleklerin konuştuklarını dinliyorlardı. Sonra da kâhinlere gelip, duydukları her kelimeye yüz kelime de yalan katarak aktarıyorlardı. Bunun üzerine İsrailoğulları arasında, cinlerin gaybı biliyor gibi bir inanç yaygınlaştı. Hz. Süleyman, belki aralarında bazı kimseler gönderip, ellerindeki kitapları toplattı, hepsini bir sandığa koyup kendi tahtının altına gömdü ve: 'Bundan böyle hiç kimsenin şeytanlar gaybı biliyor, dediklerini duymayayım. Aksi takdirde söyleyenin boynunu vururum' dedi. Hz. Süleyman vefat edip, onun bu durumunu bilen bilginler de gidince, halk arasında Hz. Süleyman'ın sihirbaz olduğu yayıldı. İsrailoğulları da bu kitapları aldılar. İşte en çok sihrin ya da büyünün Yahudiler arasında bulunmasının nedeni budur. Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamber olarak gönderilince, Allah, Hz. Süleyman'ı bununla temize çıkardı ve Hz. Süleyman'ın mazeretiyle ilgili olarak bu ayeti indirdi: 'Onlar, Süleyman'ın mülkü hakkında şeytanların uydurdukları sözlere uydular.' (Bursevi, s. 205)
Başka bir rivayet ise şöyle:
Şeytanlardan bir kesim, yazdıkları büyü kitabını Süleyman'ın namaz kıldığı yere gömdüler. Bu işi, Süleyman mülkünden ayrı kaldığında yapmışlar ve onu tahtının altına bırakmışlardı. Süleyman'ın vefatını müteakip o büyü kitabını çıkarıp dediler ki: "Süleyman bu kitap sayesinde size kral oldu, rüzgarlar bu kitap sayesinde esiyor, şeytanlar bunun sayesinde onun emri altında çalışıyorlardı. Dolayısıyla bunu insanlara öğretin!"
Fakat Allah, Süleyman'ın (a.s.) bu işten uzak olduğunu belirtti: "Halbuki Süleyman küfretmedi, fakat o şeytanlar küfrettiler; insanlara sihir öğretiyorlardı." (Yani, Yahudiler peygamberlerin kitaplarını bırakıp şeytanların söyledikleri sihre tabi oldular ve böylece küfrettiler). (Mukatil, s. 108)
Ayrıca bakınız: Süleyman (a.s.)'ın Sihirle İtham Edilmesi ve Kur'an'ın Gerçeği Ortaya Çıkarması
Bakara suresinde geçen iki melek, Harut ve Marut’un öğrettiği sihir nedir?
Harut ve Marut, öğretecekleri zaman, "Biz bir fitneyiz, yani bu öğreteceğimiz şeyler fitneye müsaittir ve kötüye kullanılması küfürdür. Şu halde, sakın bunu öğrenip de küfre girme!" demedikçe ve bu konuda nasihat etmedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi.
Eski bir medeniyet merkezi olan Babil şehri ahalisinden bazı kimseler, iki şekilde, bu iki ilahi kuvvet ile ilhama mazhar olmuşlar; bu sayede hilkatteki gizli sırlardan bazı harika ve acaip şeyler öğrenmişler ve öğrenirken bunların şerre de müsait olduğunu, dolayısıyla kötüye kullanılmasının küfür olacağını da öğrenmişlerdir. Bu iki meleğe indirilen ve Babil halkından birçoğuna ilham yoluyla öğretilen bu şeyler, haddizatında sihir değildi. Ancak sihir olarak da kullanılabilir ve böyle kullanıldığında da katıksız küfür olurdu. Bu yüzden ayette bunun sihir olduğu ifade edilmiştir. Aslında her bilgi böyledir. Haddizatında ilmin hepsi hürmete şayandır. Ancak büyüklüğü ölçüsünde ve ilim olması bakımından hayra ve şerre müsaittir. İlim ne kadar derin, ne kadar ince ve yüksek olursa, şer ve fitne ihtimali de o nispette büyük olur. Bu nedenle, hakikatin kendisi olan hak dini ve doğru yolu ispat ve destek için Allah tarafından lütfedilen mucizeler ve kerametler, diğer ilimler, hikmetler ve fenler bahane edilerek alemde ne kadar küfür, ilhad ve melanet yayılmıştır. Aslında bunların hepsi, küfür ve haram olan sihir cinsine dahil edilebilir. Bu ise ilmin, bizzat kendisindeki ilmi niteliğinden dolayı değil, ortaya çıkardığı pratik sonuçlar dolayısıyladır. İlimler iyiye kullanılırsa zehirlerden ilaç yapılır; kötüye kullanıldığı takdirde de ilaçlardan zehir elde edilir. (Yazır, s.370-371)
İşte Babil'de Harut ile Marut'a ilham ile öğretilen şeyler de buna benzer şeyler olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle ayette, bunlar aslında meleklere mahsus kıymetli şeyler olarak gösterilmiş; ancak öğretim ve öğrenim şekliyle ve uygulamasında fitneye de müsait bulunmasından dolayı şeytani olan sihre dahil edilmiştir. Demek ki sihir, sırf şeytani bir şeydir ve bu başlıca iki kısımdır: Birisi, şeytanların sırf kendilerinden uydurdukları pisliklerdir. Diğeri ise Babil'deki gibi, aslında meleklere mahsus olan bazı yüce bilgilerle acaip tekniklerin şeytanca kötüye kullanılmasıdır. (Yazır, s. 371)
Melek sihir öğretmez; fakat meleklerin hayır için öğrettikleri ve ilham ettikleri gerçekler, küfür ehlinin ve şeytanların elinde şer ve fitne çıkarmak için sihir olarak da kullanılabilir. Nitekim bunu ilk olarak Babilliler yaptılar. Anlaşıldığı kadarıyla, bu iki meleğin ilhamıyla keşfedip belledikleri semavi ve arzi, ruhani ve cismani kuvvetleri ve bunların kaynaştırılmasından meydana gelen bazı teknikleri, yıldızlara ve tabiata isnat ederek küfre girdiler. (Yazır, s. 372)
Harut ve Marut melek mi, insan mı?
Bazı tefsirciler ise bu iki ismin melek değil, iki kral olduğu yorumunu da yapıyor.
Hârût ve Mârût isimlerine gelince, Kur’an’ın çoğu kıraati onu "melekeyn" (“iki melek”) olarak telaffuz eder; ama sahih rivayetlere göre (bkz. Taberî, Zemahşerî, Beğavî, Râzî vb.) Hz. Peygamber'in seçkin dostlarından İbn ‘Abbâs ve sonraki kuşaktan birçok âlim -mesela, Hasan Basrî, Ebü’l-Esved ve Dehhâk- onu "melikeyn" (“iki kral”) olarak kıraat etmişlerdir. (Esed, s. 76)
Allah'ın kitabını arkalarına atıp, Süleyman'a karşı o şeytanların takip ettikleri şeylere uyan ehl-i kitabın bu fırkası, bu Yahudi zümresi, o kafir şeytanların izlediği ve öğrettiği bu iki çeşit sihir kitaplarından karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlar. Bu tabir, sihrin en yüksek derecedeki tesirini ifade içindir. Yani bunlar bu yolla karı ile kocanın arasını bile ayırabilecek fesatlar çeviriyorlar; bu tesiri meydana getiren sihirlerle cemiyet içinde ne büyük fitneler çıkarabileceklerini artık siz kıyas ediniz. Karı ile kocanın arasını ayıranlar, bu kadar kuvvetli bir sevgi bağını kıranlar, bir topluma neler yapmazlar; komşular ve hemşehriler arasında ne fitneler çıkarıp, halkı birbirine mi düşürmezler? İhtilaller mi çıkarmazlar? Ayet bize gösteriyor ki, sihrin en büyük tesiri ruhlar üzerindedir; fikirleri bozar, kalpleri çeler, ahlakı perişan eder, toplumların altını üstüne getirirler. Şu halde sihrin aslı yaptıklarını diye aldanmamalıdır. Ve böyle sihirbazlardan sakınmalıdır. (Yazır, s. 372)
Allah'ın kitabını arkalarına atıp, Süleyman'a karşı o şeytanların takip ettikleri şeylere uyan ehl-i kitabın bu fırkası, bu Yahudi zümresi, o kâfir şeytanların izlediği ve öğrettiği bu iki çeşit sihir kitaplarından, karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlar." Bu tabir, sihrin en yüksek derecedeki tesirini ifade içindir. Yani bunlar bu yolla karı ile kocanın arasını bile ayırabilecek fesatlar çeviriyorlar; bu tesiri meydana getiren sihirlerle cemiyet içinde ne büyük fitneler çıkarılabileceğini artık siz kıyas ediniz. Karı ile kocanın arasını ayıranlar, bu kadar kuvvetli bir sevgi bağını kıranlar, bir topluma neler yapmazlar; komşular ve hemşehriler arasında ne fitneler çıkarıp, halkı birbirine mi düşürmezler? İhtilaller mi çıkarmazlar? Ayet bize gösteriyor ki, sihrin en büyük tesiri ruhlar üzerindedir; fikirleri bozar, kalpleri çeler, ahlakı perişan eder, toplumların altını üstüne getirir. Şu halde sihrin aslı yoktur diye aldanmamalıdır ve böyle sihirbazlardan sakınmalıdır. (Yazır, s. 373)
Fahreddin Razi de şöyle der: "Bu iki meleğin indirilmesindeki hikmet şudur: Sihirbazlar şeytanlara kulak verip, onlardan bir şeyler alıyor, sonra da onlardan hırsızlama aldıkları bu şeyleri halk arasında yayıyorlardı. Bu sebeple, peygamberlere indirilen vahye benzedikleri için, Allah o iki meleği, halka büyünün keyfiyetini öğretmeleri için yeryüzüne indirdi. Böylece Allah'ın kelamı ile sihirbazların sözü arasındaki farkı görebilme imkânı doğacaktı."
Bu iki melek, Kufe topraklarında Irak Babil'i denen yere inmişlerdi. Harut ve Marut adlarını taşırlardı. Bu iki melekle ilgili olarak anlatılan ve onların içki içtikleri, kan döktükleri, zina ettikleri, adam öldürdükleri ve puta taptıkları gibi şeylerin tümü asılsızdır ve hiçbir dayanağı olmayan sözlerdir. Bunlar bütünüyle Yahudiler tarafından uydurulmuştur. Kaldı ki, bu hem akıl yönünden, hem de nakil açısından gerçeğe aykırıdır. Çünkü meleklerde böyle bir şey söz konusu değildir. (Bursevi, s. 206)
Sihirle ilgili ayetin açıklaması ve yorumu
"Halbuki o ikisi, 'Biz ancak imtihan için gönderildik, (sihri caiz görüp de) sakın küfre girme' demedikçe kimseye (sihir) öğretmiyorlardı."
Ayet, birinciye göre şu manayı anlatır: Bu iki melek, 'Biz Allah'tan imtihan için gönderildik. Bunu bizden öğrenip onunla amel eden küfre düşer. Kim de öğrenir, amelden kaçınırsa iman üzere sabit kalır. Öyleyse bunu ve bununla ameli caiz görerek küfre düşme' şeklinde nasihat etmeden kimseye öğretmezlerdi.
Bunda sihri ve tabi olunması caiz olmayan şeyleri öğrenmenin yasak olduğuna bir delil vardır. Yasaklanan, buna tabi olmak ve bununla amel etmektir.
İkinciye göre ise mana şöyledir: O ikisi, 'Biz fitneye maruz kalmış iki kimseyiz, sakın bizim gibi olma' demedikçe kimseye sihir öğretmezlerdi." (Beydavi, s. 176)
Kaynaklar:
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Cilt 1, Azim Dağıtım, İstanbul.
İsmail Hakki Bursevi, Ruhul-Beyan Tefsiri, Cilt 1, Damla Yayınevi, İstanbul.
Kadı Beydavi, Muhtasar Beydavi Tefsiri, Cilt 1, Çev: Şadi Eren, Selsebil Yayınları, İstanbul, 2011.
Mukatil bin Süleyman, Tefsir-i Kebir, Çev: M. Beşir Eryarsoy, Cilt 1, İşaret Yayınları, İstanbul, 2006.
Muhammed Esed, Kuran Mesajı Meal-Tefsir, Çev: Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul, 2015.