Kur’an’da münafıkları anlatan ayetler (Meal ve tefsirleri)
Allah Teala, Bakara suresinin başında ilk önce 4 ayet (Bakara 2-5. ayetler) ile müminlerin özelliklerini anlatıyor. Ardından 2 ayet ile kafirlerden bahsediyor. Ardından gelen 13 ayet (Bakara 8-20. ayetler) ise münafıklar hakkındadır.
Bakara Suresi 8-20. Ayetlerin Meal-i Şerifi
8- İnsanlardan öyleleri de vardır ki, inanmadıkları halde, "Allah 'a ve ahiret gününe inandık." derler.
9- Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar.
10- Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici bir azab vardır.
11- Hem onlara: " Yeryüzünde fesat çıkarmayın." denildiğinde: "Biz ancak ıslah edicileriz." derler.
12- İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanların ta kendileridir, fakat anlamazlar.
13- Onlara: "İnsanların (müslümanların) inandığı gibi inanın.” denilince, "Biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız? " derler. İyi bilin ki, asal beyinsiz kendileridir fakat bilmezler.
14- Onlar iman edenlere rastladıkları zaman: "İnandık" derler. Fakat şeytanlarıyle yalnız kaldıkları zaman: " Biz, sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz." derler.
15- (Asıl) Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde serserice dolaşmalarına mühlet verir.
16- İşte onlar o kimselerdir ki, hidayet karşılığında sapıklığı satın aldılar da, ticaretleri kâr etmedi, doğru yolu da bulamadılar.
17- Onların durumu, bir ateş yakanın durumu gibidir. (Ateş) çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların (gözlerinin) nurlarını giderdi ve onları karanlıklar içinde bıraktı, artık görmezler.
18- (Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.
19- Yahut (onların durumu), gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek(ler) bulunan bir yağmur(a tutulmuşun hali) gibidir. Yıldırımlardan ölmek korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, inkarcıları tamamen kuşatmıştır.
20- O şimşek nerdeyse gözlerini (n nurunu) kapıverecek. Önlerini aydınlattımı ışığında yürürler, karanlık Üzerlerine çöktümü de dikilip kalırlar. Allah dilemiş olsaydı 'işitmelerini, görmelerini de alıverirdi. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. (Meal: Elmalılı Hamdi Yazır)
Bakara Suresi 8-20. Ayetlerin tefsirleri
Kur’an-ı Kerim’in müminler ve kafirlerden sonra münafıkları anlattığı Bakara Suresi’nin 8-20. ayetlerinin Elmalılı Hamdi Yazır, İsmail Hakki Bursevi, Kadı Beydavi ve Muhammed Esed tefsirlerinde nasıl açıklandığına bakalım
Münafıklarla ilgili ayetler kimlerle ilgili indi?
“Bu ayetlerin Medine ve civarındaki birtakım münafıklar hakkında inmiş olmasında fikir birliği vardır. Rivayet edildiğine göre bunlar Evs ve Hazrec kabilelerine mensup bazı kimselerle, onlarla birlikte olanlardır ki, başkanları Abdullah b. Übeyy b. Selûl'dür. … Bunlar (Medine Yahudileri), Peygamber'e ve Müslümanlara düşmanlık etmek için öbürlerinden iman etmeyen azınlık ile gizlice ittifak ederek İslam ortamında onlardan zahiren iman etmiş görünen bir münafıklar zümresi oluşturmuşlardı ki, bunların başkanları Abdullah b. Übeyy b. Selûl idi.” (Yazır, s. 201-202)
“Ancak, Kur’an'ın hem nüzulü dönemindeki, hem de daha önceki dönemde vuku bulan olaylara yaptığı işaretlerde her zaman görüldüğü gibi, yukarıdaki ayet ve ondan sonra gelen ayetler de genel ve zaman-üstü bir muhtevaya sahiptirler, çünkü manevî sorumluluktan kaçınmak için kendi kendilerini kandırmaya yönelen bütün insanlara atıfta bulunmaktadırlar.” (Muhammed Esed, s.51)
Bu ayetlerde söz konusu münafıkların şu özellikleri üzerinde duruluyor:
- Allah'a ve ahiret gününe inandık derler ama Peygamber’i tasdik etmezler
- Allah'a ve müminleri aldatmak için böyle derler
- Halbuki kendilerini aldatıyorlar
- Hile yaparlar çünkü kalplerinde hastalık var
Bütün bu hile ve kandırmaya rağmen, Allah ve O’nun bildirmesi ile Peygamber (s.a.v.) de bu münafıkları biliyor ve bazı kişilere de açıklıyordu.
Münafık kimdir?
“Münafıklar, kâfirlerin en habisleri ve Allah’ın kendilerinden en ziyade hoşlanmadığı kimselerdir. Çünkü onlar, aldatmak ve dalga geçmek için küfrü sulandırdılar ve karıştırdılar. Bundan dolayı onların habisliği ve cehlini beyan için söz uzatıldı ve kendileriyle istihza edildi. Onların fiilleriyle inceden inceye alay edildi (tehekküm), şaşkınlıkları ve tuğyanları tescillendi. Onlarla ilgili darb-ı meseller getirildi ve haklarında “Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar.” (Nisa, 145) gibi durumlarını anlatan ayetler indirildi.” (Beydavi, s.58)
Münafık, müminle mümin, kafirle kafir görünür. Ama aslıda Allah, Peygamberi ve inandım dediği şeyleri inkâr eder. Bununla da hile yapıyor zanneder ki kendisinden başkasını kandırmıyor bununla. Bu hile ve kendi kendisinin kandırmasının, şuursuzluğunun sebebi ise kalbindeki hastalıktır.
“Bu hastalık, rivayete ve dirayete dayanan tefsirlerin ve bilhassa selef müfessirlerinin açıkladıkları üzere inançsızlık hastalığı, şek, şüphe, kuşku hastalığı, özetle şüphe ve nifak hastalığıdır. Bunlar bütün kötü niyetlerin başıdır. Buna yakalanan kimse, hak tanımaz, Allah'dan şüphe eder, Allah'ın emrinden şüphe eder. Allah'ın "onda şüphe yoktur" buyurduğu kitabından şüphe eder. Allah'ın peygamberinden şüphe eder. Allah'ın halis mümin kullarından ve onların doğru olan fiil ve hareketlerinden şüphe eder. Her şeyden şüphe eder, hatta kendinden şüphe eder. Bilginin kıymeti kalmamıştır. Fakat benlik, şuurundan da hiç çıkmaz. Onun gözüne hak ve hakikat kendinden
ibaret görünür. Bakar ki kendisi şek ve şüphe ile doludur. Kendine benzeterek hükmeder. Herkesi ve her şeyi şüpheli görür. Yerler, gökler, ağaçlar, taşlar, hayvanlar, insanlar, Allah, Peygamber, hep onu aldatıyor zanneder. Kötü zan ile dolar. Her şeyden kuşkulanır. Fakat bütün fiil ve hareketiyle yine kendisine karşı kendisini yalanlar. Zevkine, keyfine, şehvetlerine o kadar tutkundur ki, onlardan hiç şüphe etmez. "Acaba bunların aslı var mıdır, bunun sonu ne olacaktır" demez. Hepsine atılır, sarılır. Onun için hak ve hayır hiç, zevk her şeydir ve her şey kendisidir. Onu, ilmi şüphe içinde benlik derdi, kibir, mevki hırsı, baş olma sevdası sarmıştır. Bunun için imansızken, kendini imanlıyım zanneder. Aklatmayı, hile yapmayı, entrika çevirmeyi üstünlük ve başarı sayar. Müminle mümin, kafirle kafir görünür.” (Yazır, s. 206-207)
Peki, münafıklar niye böyle yaparlar?
Münafıkların mü’min gibi görülmekten maksatları:
- Kâfirlere yapılan muameleden kendilerini korumak,
- İkram, bağış, ganimet gibi mü’minlere yönelik hallerden yararlanmak
- Ve mü’minlerle içli dışlı olup onların sırlarına muttali olmak, bunları kendi yandaşlarına aktarmak gibi durumlardır. (Beydavi, s.60)
- Sonuçta Allah da onların hastalıklarını artırır
Ayeti münafıklar aleyhine bir beddua olma ihtimali
“Ayrıca: “Allah onların hastalığını artırmıştır" âyetinin münafıklar aleyhine bir beddua olma ihtimali de vardır. Ancak bunun niçin beddua olarak yorumlandığı sorusu akla gelebilir. Halbuki alışılagelen şekliyle âciz kimseler bedduada bulunur. Oysa yüce Allah, acizlikten münezzehtir. Öyleyse bunun sebebi ne olabilir? Buna şöyle cevap verebilirim: Burada Allah, insanlara münafıklar aleyhine bedduada bulunmanın câiz olduğunu ve onların Allah’ın rahmetinden uzaklaştırıldığını bildirmektedir. Çünkü münafıklar, Allah’ın yaratıkları içinde en kötüleridir. Nitekim: "Allah onları kahretsin!" (Tevbe: 30) ve "Allah onlara lanet etsin", (Tevbe: 68) gibi âyetlerde bu anlama işaret eder.” (Bursevi, s. 83)
- Sonuçta onlar için acı bir azap var
- Bunlara ilave olarak bir de fesat çıkarmadıklarını tam tersine ıslah edenler olduklarını iddia ederler
- Allah da kitabından bunları söyleyerek uyarıyor
- İnsanlar (müminler) gibi inanın denildiğinde, “o budalalar” gibi mi inanacağız derler
- Kur’an da “asal beyinsiz kendileridir fakat bilmezler” cevabını veriyor.
Aslında mü’minler, aklı başında olgun ve vakarlı kişiler olmalarına rağmen, münafıklar sefahete (beyinsizlik, ahmaklık, şuursuzluk) battıkları veya müminleri tahkir ettikleri için onları böyle nitelemişlerdir. Çünkü müminlerin birçokları yoksul kimseler olduğu gibi, içlerinde Suhayb ve Bilal gibi köle olanlar da vardı. (Bursevi, s. 87)
- Sonuçta ikiyüzlüdürler
- Müminlere inandık derler
- Kendileri gibi insanlarla, şeytanlarıyla olduklarında onlarla alay ettik derler
Rivayet olunduğuna göre Abdullah b. Übeyy yardakçılarıyla bir gün sokağa çıkmışlar, Ashab-ı kiramdan birkaç kişinin karşıdan gelmekte olduklarını görmüşlerdi. İbn Übeyy yanındakilerine:
— "Bakınız ben şu gelen budalaları başınızdan nasıl savacağım."
demiş ve yaklaştıkları zaman hemen Hz. Ebu Bekir'in elini tutmuş,
— "Merhaba Temim oğullarının efendisi, Şeyhu'l-İslam, Resulullah'ın mağarada ikincisi olan, kendini ve malını Resulullah'a vermiş bulunan Hazreti Sıddik"
demiş, sonra Hz. Ömer'in elini tutmuş:
— "Merhaba Adiy oğullarının efendisi, dininde kuvvetli, nefsini ve malını Resulullah'a vermiş bulunan Hazreti Faruk”
demiş, sonra Hz. Ali'nin elini tutmuş:
— "Merhaba Resulullah'ın amca oğlu ve damadı, Resulullah (s.a.v.)'dan sonra bütün Haşim oğullarının efendisi"
demiş ve işte o zaman bu ayet-i kerime inmiştir. Daha ayrıntılı diğer bir rivayette Hz. Ali:
— "Ey Abdullah Allah'tan kork, münafıklık etme, çünkü münafıklar Allah'ın en kötü kullarıdır.”
demekle:
— "İzin ver ey Hasen'in babası benim hakkımda böyle mi söylüyorsun? Allah'a yemin ederim bizim imanımız, sizin imanınız gibi ve bizim tasdikımız, sizin tasdikınız gibidir."
demiş ve ayrılmışlar. Abdullah b. Übeyy arkadaşlarına:
— "Nasıl yaptım gördünüz ya! İşte siz de bunları görünce böyle yapınız."
demiş, onlar da:
— "Sağ ol, sen bizim içimizde hayatta oldukça hep böyle hayırlı istifadeler ederiz.”
diye kendisini övmüşler, müslümanlar da varıp Hz. Peygamber'e haber vermişlerdi ve arkası sıra bu ayet indi denilmiştir. (Yazır, s. 213-214)
Bu olay üzerine inen ayet: “Onlar iman edenlere rastladıkları zaman: "İnandık" derler. Fakat şeytanlarıyle yalnız kaldıkları zaman: "Biz, sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz." derler.” (Bakara, 2/14)
Allah da münafıklarla alay eder ve mühlet verir
“(Asıl) Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde serserice dolaşmalarına mühlet verir.” (Bakara, 2/15)
Allah’ın münafıklara mühlet vermesinin 3 hikmeti
“Bunda başlıca üç hikmet vardır:
- Birincisi İslam'ın sabır ve sükunu, terbiyesinin yüksekliği, ruhi hoşgörüsüdür.
- İkincisi bu sayede bunların İslam muhitinde ve İslami hükümler altında yetişecek olan çocuklarından ciddi müminlerin yetişmesine imkan bırakmaktır.
- Üçüncüsü de bu münafıkları kalben iman etmedikleri ilahi hükümlerin tatbikatına zorlamak suretiyle her an gönül azabı içinde bırakmak ve maskaralıklarının cezasını dünyada da çektirmektir. İlahi alaydan biri budur.” (Yazır, s. 216)
“Bir başka görüş de şöyledir: Allah, münafıklara, kendi yaptıkları gibi, muamelede bulunacaktır. Münafıklar cehennem ateşine atılıp da orada uzun bir süre azap edildikten sonra, Rahman olan Allah’tan yardım isteyecekler, bunun üzerine kendilerine: “İşte kapılar! Şu anda açılmış bulunmaktadır, hemen buradan çıkın” denilecek, bunun üzerine onlar, hızlıca kapılara doğru koşacaklar. Ancak tam kapıların yanına vardıklarında, tekrar üzerlerine kapatılacak ve bunlar da şeytanlar ve tağutlarla birlikte cehennem kuyularına döndürüleceklerdir.” (Bursevi, s.81)
Sonuçta münafıkların eline geçenleri ayet şöyle bildiriyor:
- Doğruluk (hidayet) karşılığında sapıklığı satın aldılar
- Bu ticaretleri de kâr etmedi
- Doğru yolu bulmak ihtimalleri olmadı
“İşte onlar, hidayet karşılığında dalaleti satın aldılar da ticaretleri kar etmedi ve muhtedi de değildirler {yani, dalaletten kurtulup hidayeti de bulamadılar}.” (Bakara, 2/16, Mukatil tefsirinden meal)
“Çünkü Yahudiler nebi Muhammed'in (s.a) niteliklerini -nebi olarak gönderilmeden önce- Tevrat'ta okumuş ve o'na iman etmişlerdi; fakat o'nun İshak'ın (a.s) neslinden geleceğini zannediyorlardı. Muhammed (s.a), Hz. İsmail soyundan olan Arablardan gönderilince, kıskançlıklarından ötürü o'nu inkar ettiler ve hidayet karşılığında dalaleti satın aldılar. Allah bu ayette şunu ifade ediyor: Onlar, Muhammed (s.a) nebi olarak gönderilmeden önceki imanlarını: hidayeti, Muhammed'i (s.a) yalanlamalarından sonra düşmüş oldukları dalalet ile değiştirdiler. Yaptıkları bu alış-veriş ne kötüdür!” (Mukatil, s. 59)
Münafıklıktan sakındıran ve korkuya düşüren ayetler
Yukarıdaki 13 ayetten ilk 7’sinde müminler münafıklar konusunda uyarılıyor. Devamındaki iki ayette münafıkların sonları ve nasıl zararda olduğu belirliyor. Son dört ayet ise münafıkların akıbeti konusunda korkutuyor ve sakındırıyor. Bunları özetle şöyle sıralayabiliriz
- Işık olduğu halde Allah göz nurlarını alır ve karanlıkta kalırlar
- Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler
- Bu halden dönüp önceki nurlu hali bulamazlar
"Sağır, dilsiz ve kördürler." (Bakara: 18) Oysa bunların hepsi de gerçekte konuşurlar, işitirler ve görürler, fakat bunlardan yararlanmak istemezler. Bu halleriyle onlar adeta sağır, dilsiz ve kör gibidirler. Eğer bir kimsenin elinde yararlanamayacağı bir âlet varsa, onun, elinde âlet bulunmayan kimseden bir farkı yoktur. Dolayısıyla ilmiyle amel etmeyen bir âlimin de, cahilden farkı yoktur. İkisi de eşittir.” (Bursevi, s. 81)
- 17, 19 ve 20. ayetlerde ise münafıkların durumu misal verilerek anlatılıyor
“Allah, münafıkların gerçek durumlarını haber verdikten sonra, bunun peşinden konuyu darb-ı meselle daha açık ve anlaşılır bir şekle getiriyor. Bu, konuya daha bir açıklık ve kesinlik getiriyor. Çünkü bir olayı örnekleyerek açıklamak, insan aklını daha fazla etkiler, anlayışsız ve kaba cahillerin konuyu daha iyi bir şekilde anlamalarına yardımcı olur.” (Bursevi, s. 92)
“Ve onları karanlıklar (zulmet) içinde bıraktı. (Bir şey) görmezler.” (Bakara, 2/17, Meal Beydavi tefsirinden)
Zulmet, nurun olmayışıdır. Ayette, bütün nurlarının ellerinden alındığı ve kendilerinin sadece bir zulmet içinde değil çok zulmetler (zulümat) içinde kaldıkları nazara verilmiştir. Zulümat kelimesinin nekra (elif lâmsız) gelişi de tasvir edilen karanlık tabloyu daha da kuvvetlendirmektedir.
Ayette anlatılan münafıkların zulmetleri,
- Küfür karanlığı,
- Nifak karanlığı,
- Kıyamet gününün karanlığı. Onların o gündeki hâli şöyle anlatılır: “O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar, iman edenlere şöyle diyecekler: Bize bakın da sizin nurunuzdan alalım. Onlara: “Arkanıza dönün de nur arayın!” denilir.” (Hadid, 13)
- Dalalet karanlığı,
- Allah’ın gadabına maruz kalma karanlığı,
- Ebedi azap karanlığı gibi zulmetlerdir. (Beydavi, s.70-71)
Münafıklarla ilgili ayetlerdeki misallerden birinin anlamı
“Onların durumu, (geceleyin) bir ateş yakan kimsenin durumu gibidir. Ateş, çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların nurunu giderdi. Ve onları karanlıklar (zulmet) içinde bıraktı. (Bir şey) görmezler.” (Bakara, 2/17, Meal Beydavi tefsirinden)
“Bu durumda, konumuz olan ayetle ilgili şöyle denilebilir:
- Ateş yakan kimseler, münafıklardır.
- Ateşin yanması, iman izhar etmeleridir.
- Ateşten fayda görmeleri, bu münafıkların izhar ettikleri iman ile canlarını, mallarını, evlatlarını korumaları gibi faydalardır.
- Çok geçmeden ateşin sönmesi helâk olmaları, sırlarının ifşası, daimi zarar ve bitmez bir azap içinde kalmalarıdır.” (Beydavi, s. 76)
“Şayet Allah dileseydi işitmelerini, gözlerini alıverirdi.” (Bakara, 2/20, Meal Beydavi tefsirinden)
“Allahu Teâlâ, “Şayet Allah dileseydi işitmelerini, gözlerini alıverirdi.” (Bakara, 20) diyerek şunu hatırlatmaktadır: Allah, hidayet ve felaha ulaşsınlar diye onlara göz ve kulak vermiştir. Ancak onlar bunları, dünyevî hazlara sarfettiler, ahiretteki paylardan alıkoydular. Şayet Allah dileseydi onları kendileri için kıldıkları halde bırakırdı. Çünkü O, dilediğini yapmaya kadirdir.” (Beydavi, s. 77)
Allah bahsedilen ayetlerdeki örnekleri verdikten sonra “Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.” vurucu cümlesi ile bitiriyor ayeti.
Kaynaklar
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Cilt 1, Azim Dağıtım, İstanbul.
İsmail Hakki Bursevi, Ruhul-Beyan Tefsiri, Cilt 1, Damla Yayınevi, İstanbul.
Kadı Beydavi, Muhtasar Beydavi Tefsiri, Cilt 1, Çev: Şadi Eren, Selsebil Yayınları, İstanbul, 2011.
Mukatil bin Süleyman, Tefsir-i Kebir, Çev: M. Beşir Eryarsoy, Cilt 1, İşaret Yayınları, İstanbul, 2006.
Muhammed Esed, Kuran Mesajı Meal-Tefsir, Çev: Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul, 2015.