Kur’an’da Hz. Musa, Yahudiler, onlara verilen nimetler ve Allah’a karşı gelmeleri ile ilgili ayetler

Kur’an’da Hz. Musa, Yahudiler, onlara verilen nimetler ve Allah’a karşı gelmeleri ile ilgili ayetler

Kur’an-ı Kerim’de Bakara suresi 49-66. ayetlerde Hz. Musa’nın Yahudileri yani  İsrailoğulları’nı Mısır’dan kurtarması ve ardından onlara verilen 10 nimet sıralanıyor. Ancak buna rağmen bu topluluğun sürekli Allah’a ve onun emirlerine karşı gelmesi ibretlik bir olay olarak ayetlerde anlatılıyor. Bakara suresi 49-66. ayetlerin meali, tefsiri ve farklı tefsirlerde yer alan yorumlarına bakalım.


Bakara suresi 49-66. ayetlerin meali, tefsiri ve yorumu

Aşağıda Bakara suresi 49-66. ayetlerin Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde yer alan meali ve Elmalılı tefsiri ile birlikte İsmail Hakki Bursevi ve Kadı Beydavi tefsirlerinden yer alan birkaç yorum yer alıyor.

49- “(Hem hatırlayın ki bir zaman) sizi Firavun ailesinden de kurtardık, (onlar) size azabın en kötüsünü reva görüyor, oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.”

“Bu ayette önce hürriyet ve istiklal nimeti alınmış ve esirlik mahkumluğunun feciliği hatırlatılmıştır.” (Yazır, s. 295)

50- “Hani bir zamanlar sizin için denizi yarıp, sizi kurtardık da Firavun’un adamlarını suda boğduk, siz de bakıp duruyordunuz.”

“Şuna dikkat edilmek gerekir ki, Kur'an-ı Azimüşşan, bu gibi olayların olduğu tarihleri değil, asıl taşıdıkları fevkalade ibret noktalarını ve yüce yaratıcının kudretiyle ilgili yanlarını anlatmak ve hatırlatmak istiyor.” (Yazır, s. 296)

51- “Hani bir zamanlar Musa'ya kırk gecelik vaad verdik de sonra siz onun arkasından buzağıyı put edindiniz ve o halinizle zalimler idiniz.”

52- “Sonra yine de sizi affettik, artık şükretmeniz gerekiyordu.”

“O zulmünüzle beraber affın ne büyük nimet olduğunu anlayıp düşünmeniz ve bunun şükrünü eda etmeniz gerekir.” (Yazır, s. 297)


Hz. Musa Tur dağında 40 günde ne yaptı?

KIRK GECE: Hz. Musa'nın denizi geçtikten sonra Allah tarafından vaad olunan kitap için bir mikat olmak üzere tayin edilen ve Zilka'de ayının başından Zilhicce'nin onuna kadar gündüzüyle birlikte devam eden bir ay on günlük müddettir ki, Hz. Musa bu süreyi Tur'da oruçlu olarak geçirmiş ve nihayet münacat ile bizzat ilahi kelama mazhar olmuş ve Tevrat levhaları kendisine inzal buyurulmuştu. Bununla ilgili olarak diğer surelerde daha birçok ayetler gelecektir. Aylar geceden başladığı için gün ile sayılmayıp gece ile sayılmış ve "kırk gece" denilmiştir. Bunda bir incelik daha vardır; ilahi tecelliler fecir gibi daima geceleri takip eder. Kara günler de geceden sayılır. İsmail Hakkı (Bursevi) Hazretleri der ki; tarikat ehli kırk günlük sülukü bu ayetlerden almıştır.

Dilimizdeki "çile" tabirinin de aslı yine budur. Farsça kırk manasına "çil, çihil" kelimesinden gelir ve "kırk" demektir. İşte Hz. Musa İsrailoğulları'nı denizden geçirdikten sonra Tur'da ilahi emre uygun olarak çile çıkarırken onlar buzağıya tapmaya başlamışlardı ki, ne kadar haksız ve nankörce bir tutumdur. Bununla beraber yine ilahi affa uğradılar ki, burada işte özellikle bu af nimeti onlara hatırlatılıyor. (Yazır, s. 297)

Kur’an’da Hz. Musa, Yahudiler, onlara verilen nimetler ve Allah’a karşı gelmeleri ile ilgili ayetler

53- “Ve hani bir zamanlar Musa’ya o kitabı ve furkanı verdik, gerekirdi ki, doğru yolda gidesiniz.”

“Dördüncü nimet Hz. Musa'nın Tur'dan kitap ile gelmesidir.” (Yazır, s. 298)

54- “Hani bir zamanlar Musa kavmine dedi ki; Ey kavmim cidden siz o buzağıyı put edinmekle kendi kendinize zulmettiniz, bari gelin Rabbinize tevbe ile dönün de nefislerinizi öldürün. Böyle yapmanız Bari Tealanız katında sizin için hayırlıdır, böylece tevbenizi kabul buyurdu. Gerçekten de o Tevvab ve Rahim’dir.”

Musa, buzağını mabud edinen kavmine şöyle dedi: “Ey kavmim, gerçekten siz buzağıyı ilah edinmekle kendinize zulmettiniz.” Hz. Musa "ey kavmim" derken, onlara karşı merhametli olduğunu göstermekteydi. Yani Hz. Musa: “Ey kavmim, size acıyorum, çünkü siz, kendinize yazık ettiniz, kendinizi zarara uğrattınız, buzağıya tapmak suretiyle, onu ilah ve mabud edinerek, cezanın kesinleşmesini hak ettiniz” deyince, kavim: "O halde ne yapmalıyız?” diye sordular. Hz. Musa: “Hemen yaratanınıza tevbe edin ve nefislerinizi öldürün” dedi. Hiç beklemeksizin, her türlü ayıptan ve eksiklikten uzak olan ve kiminizi kiminize göre farklı şekil ve surette, farklı durumlarda yaratmış olan Rabbinize dönün, tevbe edin. Ayette yüce Allah'ın yaratıcılığının hatırlatılması, kavmine doğru yolu göstermesi içindir. (Bursevi, s. 146)

55- “Hani bir zamanlar “Ey Musa biz Allah'ı açıkça görmedikçe senin sözünle asla inanmayacağız.” demiştiniz de bunun üzerine sizi yıldırım çarpmıştı ve siz de bakakalmıştınız.”

56- “Sonra şükredesiniz diye sizi ölümünüzün ardından yeniden diriltmiştik.”

“Bu kadar gerçekleşmiş nimetlerden sonra ''Allah'ı görmeden sana inanmayız." diye Hz. Musa'ya isyan etmek ne büyük bir küfür ve nankörlüktür. Bu ayet marifetullah (Allah'ı bilme) meselelerinin en mühimlerinden birini ve sonra insanların alçalış ve yükselişleri ile ilgili ruh hallerinden en dikkat çekici olanını bir cümlede hatırlatıvermiştir.” (Yazır, s. 302)

57- “Ve üstünüze o bulutu gölge yaptık, ve size ihsan ettiğimiz hoş rızıklardan yiyin, diye üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Onlar, bize zulmetmediler, lakin kendi nefislerine zulmediyorlardı.”

“İman ve amelin faydası dazararı da Allah'a değil, kullaradır.” (Yazır, s. 304)

Bakara suresi 49-66. ayetlerin meali, tefsiri ve yorumu

58- “Hani bir zamanlar “Şu şehre girin de onun nimetlerinden dilediğiniz şekilde bol bol yiyin ve kapıdan secde ederek girin ve "hıtta" (bizi bağışla!) deyin ki, size, hatalarınızı mağfiret ediverelim, iyilik yapanlara nimetlerimizi daha da arttıracağız” dedik.”

59- “Bunun üzerine o zulme devam edenler sözü değiştirdiler, onu kendilerine söylenildiğinden başka bir şekle soktular. Biz de kötülük yaptıkları için o zalimlere murdar bir azap indirdik.”

60- “Hani bir zamanlar Musa, kavmi için su istemişti, biz de “asanla taşa vur!” demiştik, bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmıştı. Her kısım insan kendi su alacağı yeri bildi. Allah’ın rızkından yiyin ve için de bozgunculuk ve saldırganlık yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.”

Asanın ve taşın hakikatlerini tayin ile meşgul olmaksızın ayetten şunu anlarız ki; Cenab-ı Hak, burada hayatın mayası büyük bir dünya nimetiyle, hidayet sermayesi olan büyük bir rahmani mucizeyi anmış ve hatırlatmıştır. Hz. Musa, susuzluktan ve kuraklıktan yanıp kavrulan kavmi için Cenab-ı Hak'tan su diliyor, yağmur duasına çıkıyor. Cenab-ı Allah da bu duayı kabul ile istenilenden daha büyük harikulade bir nimet ihsan ediyor. Gelip geçici bir yağmur yerine,

İsrailoğulları'nın on iki boyundan her birine mahsus ayrı ayrı on iki pınar fışkırtıyor ve bununla yüce varlığına ve ilahi inayetine açık bir belge bahşediyor.

Öylesine bahşediyor ki, duanın arkasından fiili bir teşebbüsün lüzumunu emrediyor, "asan ile taşa vur!" diyor. Demek ki, o sırada Hz. Musa, farz edelim bu ilahi emre derhal uymayıp da "asayı taşa vurmanın suyla ne ilgisi var.!" gibi akli ve indi bir kıyas yapmaya ve kendi kendine fikir yürütmeye kalkışsaydı, bu nimet tecelli etmeyecekti, dualar ve yapılan araştırmalar belki de boşa gidecekti. 

O halde harikanın en büyük sırrı, bu sebebin ilhamında ve bu büyük nimetin o sebebe bağlanmış olmasındadır: Kuru taşları yarıp pınarlar fışkırtmaya kadir olan Allah Teala, istenen suları doğrudan doğruya ihsan etmiyor da bir manevi sebeple bir maddi sebebe teşebbüs üzerine ihsan ediyor. 

Esasen manevi sebep olan dua, maddi sebebin ilhamına da vesile oluyor. İlham olunan maddi sebebin teşebbüse dönüşmesi, yani asanın taşa vurulması ile de sular fışkırıyor. Böylece hidayet bürhana tamamiyle tecelli ediyor. Bunu da "yiyin, için, fesat çıkarmayın” irşad ve ikazı takip ediyor. (Yazır, s. 307)

Hakikaten Allah, bir şeyi murad edince sebeplerini kolaylaştırır ve sebepler o kadar çeşitli ve sonsuz boyuttadır ki, beşer aklı ne kadar yükselse bunları ayrıntılarıyla kavrayamaz. Bunun için açıklamanın esas faydası, asa ile taşın özelliklerini anlatmakta değil, olayın akışındaki incelikleri idrak etmektedir.

Hazreti Musa gibi bir şanlı peygamberin asasında, bu çeşit fışkırmalara sebep olabilecek her türlü mekanik kuvveti tasavvur ve tahmin etmek mümkündür. Ayrıca Hak Teala'nın nimetlerinin tecellisi her zaman böyle manevi sebeplerle maddi sebeplerin birleşmesinde gizlidir. Ne kaçan fırsatlar karşısında ümitsizliğe düşmeli, ne de fırsatları ve sebepleri ihmal etmelidir. Allah Teala'ya yürekten ve ihlas ile dua etmeyi hiçbir zaman elden bırakmamalı, aynı zamanda duanın en büyük semeresinin ruhi inkişaflar olduğunu bilmeli ve rahmani ilhamlardan istifade ederek, en umulmaz sebeplere dahi başvurup, onu uygulamalıdır. İyi düşünülürse fen alanında bile en büyük keşifler, insan kalbine şimşek gibi çarpan bir ilahi telkinin eseridir. Bunu hayırda kullanan hayra, kötülükte kullanan kötülüğe ulaşır. (Yazır, s. 308)

Bakara suresi 49-66. ayetlerin meali, tefsiri ve yorumu

61- “Hani bir zamanlar, “Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe asla katlanamayacağız, yeter artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, kabağından, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın." dediniz. O da size "O üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya konaklayın o vakit istediğiniz elbette olacaktır." dedi. Üzerlerine zillet ve meskenet damgası vuruldu ve nihayet Allah'dan bir gazaba uğradılar. Evet öyle oldu, çünkü Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Evet öyle oldu, çünkü isyana dalıyorlar ve aşırı gidiyorlardı.”

“Yeter artık, her gün bıldırcın eti ve kudret helvası yemekten bıktık, usandık” demişler. Gerçi tekdüzeliğin, insan istekleri üzerinde az çok sıkıcı bir tesiri vardır. Ve buna karşı çeşitlilik isteğinde bulunmakta esasen bir günah da yoktur. Fakat bunu yaparken, bir taraftan eldeki nimetin yokluğu zamanında çekilen acıları unutmamak, diğer taraftan da yüce bir ruh haliyle ve temiz bir kalble hareket edip şükrü artırmak ve daha önemlisi, bedenin istek ve ihtiyaçlarına kapılıp edep ve terbiye dışına çıkmadan hareket etmek icap eder. Onların da "Rabbimize dua et" diyecek yerde, edepsizce " Rabbine dua et" diye imansızlık eseri göstermemeleri gerekirdi. İsrailoğulları'nın bu isteğinde, şüphesiz göçebelikten kurtulup, yerleşik hayata, şehir hayatına geçmek arzusu vardı. Fakat bu arzu, eğitim, ilim ve ibadet gibi yüksek bir maksat ve hedefe değil, bıldırcın ve kudret helvası yerine soğan ve sarmısak yiyebilmek için bayağı bir maksada dayanıyordu. Bunda da vaktiyle Mısır'da yaşadıkları sefil hayata istek ve adeta hasret gibi bir maksat yatıyordu ki, bu da hürriyetin kadrini takdir edemeyip, köleliğe talip olmak demekti. (Yazır, s. 309)

62- “Şüphe yok ki, iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve sabiiler, bunlardan her kim Allah' a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse elbette Rabbleri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir.”

Şu halde yahudiler gibi zillet ve meskenete düşenler ve Allah'ın gazabına uğramış olanlar bile her ne zaman tevbe eder, Allah'a ve ahiret gününe cidden iman ederek, Allah'ın son zamanda gönderdiği hidayete uyar ve ona göre salih amel işlerlerse o gazaptan kurtulurlar. Ve Allah katında ecir ve mükafat bulurlar. Sonuçta .. korku ve hüzünden kurtulurlar. Lakin bundan yararlanmak

için görünüşte, yani insanlar arasında mü'min ve müslüman sayılmak yetmez, hatta belli bir süre salih kişi olarak yaşamış olmak da kafi gelmez: imanda sebat edip, güzel bir sonla gitmek, yani son nefeste iman ve güzel amel ile Allah'a kavuşmak lazımdır. (Yazır, s. 312)

63- “Hani bir zamanlar sizden misak (sağlam bir söz) almıştık, Tur'u üstünüze kaldırıp demiştik ki; size verdiğimiz kitaba kuvvetle tutunun ve içindekilerden gafil olmayın, gerek ki, korunursunuz.”

“Size verdiğimizi kuvvetle alın.”

 “Ve onun içindekileri düşünün.”

Ve onlara şöyle dedik: "Kitapta size verilenleri tam bir ciddiyet ve kararlılıkla alın, onda olanları kendinize ders edinin, asla unutmayın.”

Veya "onda size bildirilenleri tefekkür edin." Çünkü tefekkür, kalben hatırlamaktır.

Veya "onunla amel edin!"

"Ola ki, korunursunuz."

Bunları böyle yapın ki, günahlardan sakınabilesiniz.

Veya "bunları yaparak müttakilerden olmayı umabilirsiniz." (Beydavi, s. 149)

64- “Sonra verdiğiniz sözün arkasından yüz çevirdiniz, eğer üzerinizde Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasa idi herhalde zarara uğrayanlardan olurdunuz.”

65- “İçinizden cumartesi günü yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. İşte bundan dolayı onlara “sefil maymunlar olun!” dedik.”

66- “Bu ibret dolu cezayı öncekilere ve sonrakilere bir ders, korunacaklara da bir nasihat, bir öğüt yaptık.”


Kaynaklar

Kadı Beydavi, Muhtasar Beydavi Tefsiri, Cilt 1, Çev: Şadi Eren, Selsebil Yayınları, İstanbul, 2011.

İsmail Hakki Bursevi, Ruhul-Beyan Tefsiri, Cilt 1, Damla Yayınevi, İstanbul. 

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Cilt 1, Azim Dağıtım, İstanbul.

Next Post Previous Post
No Comment
Add Comment
comment url